Telefonun ucundaki ses, konunun “keşfetmek” olduğunu söyleyince bir an duraksadım. Bir süre yazamadım.

Her gün telaş içinde bir yerlere koşarken, hızlı ve programlanmış şekilde yaşarken fark edemez halde oluyoruz çoğu kez.

Durdum, inceledim, okudum, dinledim.  Durunca etrafımdaki akan hayatı daha iyi algılayabildim.  Hani akan suyun içine girdiğinizde su size çarparak geçer ya, işte öyle. Durdum. Su akıyordu ancak ben yalnızca izliyordum. İmtihan bu ya, çarpanlar oluyordu bana. Her şey yanınızdan öylece akıp gitmiyor. Ne gördüm biliyor musunuz?  Hani hep canınızı sıkan haller var ya, işte onları bir hamleyle aşabileceğimi, hatta üzerine çıkıp onu araç olarak kullanabileceğimi.

Bağıra çağıra koşturan, gürültüleriyle, itişip kakışan oğullarım, mırıldanarak oyuncaklarıyla oynayan kızım, sesleri, gülüşleri, gözlerindeki ışıkla birlikte yanımdan geçtiler. Hep yanımda olan ve kaybetme ihtimalini düşünmediğim, kendisiyle güvende hissettiğim eşim,  halen beni benden çok düşünen annem, hayatta ne yapacağımı bilemediğim her zaman Kur’an ve Sünnet çizgisinde yol gösteren babam, iradesiyle hayran bırakan, hoş sohbetiyle Neşe veren, arkamdaki görünmez güçlerim kardeşlerim, aynı görüşü paylaştığım ve tüm koşturmacalarımı destekleyen eşimin ailesi, birlikte yol aldığım kardeşten öte dava arkadaşlarım, apartmandan çıkarken selamlaştığım hanım, çocuklarımın öğretmenleri… Hayatımıza şu veya bu şekilde giren herkes… O akan suda hepsi vardı. Tek tek geçtiler yanımdan. Sanki hepsiyle yeni tanışacak gibi, inceledim geçerlerken yanımdan. Sesleri daha güzel, bakışları daha anlamlı, varlıkları daha değerli geldi. Bir daha buradan geçmeyeceklerdi, o sebeple anın tadını çıkarıp hepsine tek tek ve tüm benliğimle baktım. Şu zamana kadar bu gözle bakmamanın verdiği pişmanlıkla gözlerimde yaş, burnumda sızı, dilimde şükür vardı. Fark etmek beraberinde şükrü getirdi aslında. Yaratılma amacımız da zaten fark etmek değil miydi? Önce Yaratanını fark etmek, sonra sevgisini, sonra kulluğunu.  Kul olmanın gereğini fark etmek. Ve bu gereği yerine getirmek.

Durunca; “ Görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler.” düsturunun ruhuma hâkimiyetini gördüm. Durmak boş kalmak değildi, durmak anı yaşayabilmek, etrafında olup bitenleri fark edebilmekti. Ruhumuzun hangi değerlerde gezdiğini, zihnimizin neyle meşgul olduğunu fark etmek ve toparlamak demekti. Özüne, varoluş programına ulaşmaktı aslında. Var oluş programına ulaşmak, en iyi hal üzere olmaktı. Güzel görüp, güzel düşünmek ve güzel iş yapma hali idi. İşini en güzel şekilde yapmaktı. İman ve şükür arasında olmaktı. Teslim olmak, huzura ermekti. Dinginliğe ulaşmak ve rızaya kavuşmaktı.

O zaman tüm koşturmacalar içinde duralım, Rabbimizi, kulluğumuzu, ailemizi, yaşamımızı seyreyleyip tüm güzellikleri fark edelim. Sıkıntı olarak gördüklerimizin hayır olabileceğinin,  ancak onlara takılıp, akıntıya kapılmayınca mümkün olabileceğini bilelim. Bir daha hiç görmeyeceğimiz şu an’da kalıp hakkıyla an’ı yaşayalım. Ancak an’da kaybolmadan ilahi sırlara ve mesajlara da kulak kabartalım.

Her gün bize sunulan Rab’le olma, an’dan sıyrılma ve tefekkür etme zamanlarımızı, Namaz vakitlerimizi fırsat olarak değerlendirelim.

İyi keşifler!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir