Gözlerimizi kapatıp ruhumuzla hissetmek adına, yine düşündürmek istiyorum sizleri ve hayal edip söylemenizi aklınızdan geçenleri…

Yürüyorsunuz bir yolda ve bir ayrıma geldiniz. Yol ikiye ayrılıyor. Devam etmek için birini tercih etmek zorundasınız. Bunu nasıl yaparsınız? Düşünürsünüz ve tabelalara bakarsınız değil mi? Yollar üzerinde çıkacak olası engelleri, seçeceğiniz vasıtaları, duraklarınızı, yol göstericilerinizi gözden geçirir ve bir adım atarsınız. Bu adımla bir yola girersiniz ki bu, diğerinden vazgeçmektir aslında. Diğer yoldaki iyi ya da kötü olan her şeyi geride bırakmak ve yola çıkmaktır.

Şimdi başka bir yola geçelim. Bizi dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıracak olan bir yola.

Yüce Rabbimizde bizden bu yola girerken önce nelerden vazgeçtiğimizi hem kalbimizle hem de dilimizle ikrar etmemizi istiyor. “Bu yolu seçmek için diğer tüm yollardan vazgeç de gel” diyor.

Ve hemen arkasından ikinci olarak iman ve ikrar etmemiz gereken şeyi dillendiriliyor. Yolun nasıl yürüneceğini, yani neyi tercih edip neden vazgeçeceğimizi öğretecek olan yol göstericimiz efendimizi.

Ve biz yürümeye başlıyoruz.Bu yolun sahibi, kendimiz, diğer insanlar, eşya, hayvan ve çevre ile iletişim halindeyiz. Bu ilişki, hiç biri diğerinin hakkına girmesin diye kurallarla düzenlenmiş. Burada bizim denge üzere olmamız haklara ve konulan sınırlara dikkat etmemiz gerekiyor. Sürekli bir tercih etme hali içinde buluyoruz kendimizi. Seçtiklerimiz kadar vazgeçtiklerimizde bizim kalitemizi gösteriyor burada.

Bu yolculukta biz insanları diğer yol alanlardan farklı kılan ve dikkatli olmaya iten duygulardan en önemlisi “haya” duygusudur.

“Haya” imandandır. Çünkü efendimiz “Hayâ ve îman bir aradadır; biri gittiğinde diğeri de gider!” [1]buyurmuştur.

“Haya” utanmaktır. Bu duygu, sahibini kötülüklerden, günah olan söz, fiil ve davranışlardan alıkoyar.

Şemsiye gibi düşünmek lazım bu duyguyu. Yağmurdan, güneşten korunmak için onun olması şart. Ancak bu şemsiyeyi taşımak için bir güç gerek bize, işte bu iffettir. Maddi, manevi tüm arzularımızda ölçülü olmak, aşırı istekleri bastırıp hukuka ve hududa riayet etmek suretiyle kazanılan erdemdir.

Ahlâk kitaplarında iffetin bir tür özgürlük kaynağı olduğu belirtilir. Çünkü özgür olmak isteyen kişinin öncelikle tutkularının baskısından kurtulması gerekir. [2]

Kindî, iffeti “bedenin korunup geliştirilmesi için gerekli olan şeyleri almak, kullanmak ve gerekli olmayanlardan uzak durmak” şeklinde özetler.

İffetli olmak; ruhun temizliği, günahtan ve kabahatlerden uzak durmaktır.Kişisel değer ve itibarı arttırmaktır. Kendine ait olmayan şeylere göz dikmemek, Helâl olanla yetinip hakkına razı olmaktır. Uzandığında dokunabilecekken harama“Allah’tan korkarım” demek, emrolunduğungibi dosdoğru[3] durabilmektir iffet.

Ve yüce rabbimiz en güzel kıssa diye bize anlatarak, ismini bir sureye koyarak, her sahnesini bize sanki bir film gibi izleterek anlamamızı ve kuşanmamızı istiyor iffetin muhafazasının ne kadar mühim olduğunu. Kuranı Kerime konu olan bu duruş yalnızca Yusuf as. gibi, Hz. Meryem gibi şahsiyetler için geçerli değil.

Tâbiîn dönemi fakihlerinden Süleyman b. Yesarı görüyoruz o güzel duruşuyla,“Süleymân bin Yesâr, bir defasında bir arkadaşı ile Medine’den Ebva’ya gitmişti. Bir ara arkadaşı onu çadırda bırakıp, bir iş için yanından ayrılmıştı. Yakınlarındaki çadırdan bir kadın onu görmüş, güzel sûretine hayran kalıp, çadıra gelmişti. Bir şeyler istiyor zannederek yiyecek öteberi vermek üzere iken, kadın kötü düşüncesini söyledi. Süleymân bin Yesâr, kadına seni şeytan saptırmış deyip, başını ellerinin arasına alıp, ağlamaya başladı. Kadın onun ağlamaya başladığını görerek şaşırdı. Oraya geldiğine pişman olup, hemen çadırına döndü. Arkadaşı gelip, onun ağladığını görünce sebebini sordu. Durumu öğrenince o da ağlamaya başladı. Bunun üzerine Süleymân bin Yesâr, “peki sen niçin ağlıyorsun?” dedi. Arkadaşı “sen böyle bir tehlikeden kurtuldun. Acaba ben böyle birşeyde tehlikeden kurtulabilir miydim” diye ağlıyorum, dedi. Bundan sonra Kâ’beyiziyâret için Mekke’ye gittiler. Mekke’ye varıp, Kâ’beyi tavaf ettiler. Süleymân bin Yesâr, tavaftan sonra bir köşeye çekilip biraz uyudu. Rü’yâsındaYûsufaleyhisselâmı gördü. Hazreti Yûsuf onun Ebva’daki kadından sakınmasından dolayı onu methetti ve o hâlini çok beğendiğini söyledi.”[4]

Günümüzde de var iffet abideleri. Hem de her zamankinden daha zor onlarınki. Yanlış yollara çağrılar bazen sanal olarak geliyor yanlarına, bazen arkadaşlarıyla. Bir telefon kadar uzak tüm yanlışlar. “Ne olacak sanki internette görüşüp, konuşmaktan” diyerek başlayan konuşmaları “Ben Allah’tan korkarım” diyerek uzaklaştıran gençler var. Duruşu ile örnek olan doğruyu haykıran gençler.

Yüce Rabbimizin belirttiği gibi “İnananlardan öyle erler var ki; Allah’a ve üzerine söz verdikleri şeylere bağlılık gösterdiler. Böylece onlardan bir kısmı verdiği sözü yerine getirdi, bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözden asla dönmediler.“[5]Duyularını, kalplerini, mallarını iffetle koruyan bu gençlerin tek gündemi Allah’a verdikleri söze sadık kalmak.

Yusuf yüzlü, sadık sözlü, Hamza yürekli tüm gençlere selam olsun.

Hatice Kübra Gündüz

 

[1](Süyûtî, I, 53)

[2](İslam ansiklopedisi)

[3] Hud 112

[4] İslam alimleri ansiklopedisi

[5]Ahzap 23

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir