Uzun bir aradan sonra yine gözlerinizi kapatmanızı ve hayal etmenizi isteyeceğim sizden. Güzel bir binanın önündesiniz. İnsanlar akın akın bu binayı görmeye gelmişler. Herkes heyecanla binayı geziyor, inceliyor. Dolaşırlarken garip bir şey dikkatlerini çekiyor. Her şeyi düzgün olan bu binada bir tuğlalık yer boş bırakılmış. İnsanlar hayret içerisinde bu eksik tuğlanın nerede olduğunu soruyorlar birbirlerine. “İşte o eksik tuğla benim.”[1] Diyen biri var önünüzde. Kim o? Efendimiz aleyhisselatü vesselam.
Hz. Peygamber (s.a.v.) kendinden önceki peygamberleri temeli atılan binaya tuğla koyan ustalara benzetmiştir. Sayıları yüz binleri bulan bu peygamberler binayı kurdular. Ancak bir tuğlalık yeri boş bıraktılar. Bina bu tuğla ile tamamlanacaktır. Hz. Peygamber o tuğlayı koyandır ve o tuğlanın yaptığı gibi binayı tamamlayandır. Bundan sonra vahiy ve peygamber gelmeyecektir.[2]
O tuğlayı koyan önderimiz bizlere “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” [3]Buyurmuştur. Ve her haliyle bizlere ahlaklı bir yaşamın nasıl olacağını göstermiştir. Çünkü İnsanlığın yaratıldığı günden bugüne kadar karşılaştığı tüm problemler, ahlâkî kuralların ihlalinden kaynaklanıyor. Ve efendimiz bu kurallar ihlal edilmesin diye, yalnızca insanların birbirleri ile ilişkileri değil, insanın kendisi ile çevresi ile canlı ve cansız tüm varlıklarla iletişimini yönlendirmiştir.
İşte geçtiğimiz ay bu kuralların ihlal edildiği bir olay yaşandı ülkemizde. Depremle ve depreme sebep olan davranış kalıplarıyla sarsıldık. Birçok kaybettiğimiz kişi, mekân ve hatıra oldu.
Bir doğa olayı olarak ifade edilen depremi neden ahlakla ilişkilendiriyoruz peki? Bir araba düşünün sürücüsü alkollü bir de üstüne hız yapıyor. Sonra durmakta olan yaya ve araçlara çarpıyor. Bir sürü insan can veriyor. Şimdi siz bu olaya kaza mı dersiniz yoksa cinayet mi? Ya da basit bir tabirle ihmal mi?
İlahi bir ikaz olan depremin felaket halini alması da ahlaki kuralların ihlali sonucu olmuştur. Çünkü Ahlak, iyi bir yaşamın temelini teşkil eden inançlar bütünüdür.[4]Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları,[5]dır.
Eğer herkes üzerine düşeni yapsaydı afet felaket olmazdı. Üzerine düşeni yapmak ise yaptığın her hareketin hesabının olacağı bilinciyle hareket etmektir. Arsa sahibinden müteahhitte, demircisinden betonunu dökene, kalıbını koyana, ustasından, mimar ve mühendisine, şehir planlamacıdan, denetim memuruna, belediyesine, bakanlıklardan, milli eğitime kadar herkes üzerine düşeni yaparsa işte o zaman böyle bir felaket olmaz.
Şimdi bu şehirler yeniden inşa edilecek. Eğer geçmişte yaşadıklarımızdan ders almaz, daha çok para kazanmak için, yakınlarımızın kalkınması için olmaması gereken yerlere, yapılmaması gereken binaları yaparsak, yapılanları denetlemezsek işte o zaman gelecek de yerle bir olacaktır.
O sebeple atılan her adımı, her imzayı, yapılan her çalışmayı Allah’u Telanın gördüğü bilinciyle hareket etmek gerekiyor.
Allah’uTeala yeniden başlayanların yardımcısıdır. Ve hatasından ders alanları sever.
[1] Buhari
[2] Nihat Hatipoğlu
[3]Muvatta’, Hüsnü’l-Huluk, 8
[4]vikipedi
[5]Tdk